FINDIK KABUĞU

FINDIK KABUĞU

Çok okuyorum ama fanatiklik derecesinde hayran olduğum yazar sayısı azdır. Ian McEwan beğenerek okuduğum yazarlardan biridir. Geçtiğimiz gün Zeynep elindeki kitabı gösterdi: “Anne bak kütüphaneden ne aldım?” o da benim çok sevdiğimi bildiği için, ki evdekilerin çok kafasını şişirmişimdir bu konuda, “bitireyim sen de oku” dedi. Sırada bekleyen kitapları biraz daha beklemek üzere bir kenara alıp hemen okudum. Evet çok seviyorum ama o kadar karışık okuyan biriyim ki hiç bir yazar tüm külliyatını bitirmiş değilim. Gerçi sanırım böylesi rastlantısal durumları da seviyorum. Yani kızım kütüphaneden alıyor getiriyor, bir arkadaşım ödünç veriyor ya da bir yerde unutulmuş oluyor da karışıma çıkıyor gibi.

Ian McEwan’ı bilen bilir ama ben bilmeyenler için biraz anlatayım: 1948 İngiltere doğumlu. Sussex Üniversitesinde İngiliz Edebiyatı eğitimi almış. Yine bu alanda yüksek lisans yapmış. Sonrasında Malcolm Bradbury’den yazarlık üzerine dersler almış. Ülkemizde kitapları Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor. Çok ödüllü bir yazar. Benim okuduğum kitapları: Çocuk Yasası, Amsterdam’da Düello, Cumartesi, Fındık Kabuğu ve Düş Yolcusu.

Gelelim Fındık Kabuğu’nun hikayesine… Şöyle bir alıntıyla başlıyor:

Ah, Tanrım, kötü rüyalar görmeyecek olsam; bir fındık kabuğuna bile sığar ve yine de kendimi kainatın kralı sayabilirim.

Shakespeare, Hamlet

“İşte buradayım, bir kadının içinde, baş aşağı duruyorum. Kollarımı sabırla kavuşturmuş bekliyorum, bekliyorum ve kimin içinde olduğumu , ne için orada bulunduğumu merak ediyorum.” cümleleriyle başlıyor roman. Anlatıcımız bir cenin. Anlatıcı seçimi bile romanı benzersiz kılmaya yetiyor bana göre. Ancak bu cenin öyle bir varlık ki şu romanlardaki “tanrı anlatıcılara” benziyor. Bulunduğu o daracık yerden tüm detaylara hakim. Bu da onu biraz da fantastik bir karaktere dönüştürüyor. Oldukça da bilge çünkü annesinin karnında, annesi dinlerken onun da dinlediği çok farklı konulardaki podcast’lerle bir bilgeye dönüşmüş neredeyse.

Hikaye çok sıradan bir ayrılık öyküsü gibi başlıyor. Hamile bir kadın var. Kocasıyla boşanma aşamasında ama kocası hâlâ ona aşık ve tekrar birlikte olacaklarına dair bir ümit taşıyor. Cenin de bunun olmasını istiyor çünkü doğası gereği hem annesine bağlı ve sevdalı hem de babasına duygusal yakınlık hissediyor. Ancak bir üçüncü kişi daha var. Bu da annesinin sevgilisi. İlk başlarda kim olduğunu anlayamıyorsunuz sonra kötü bir aldatma hikayesine dönüşüyor her şey. İşin içine seks bağımlılığı ve cinayet de girince daha bir çetrefilleşiyor. Soluksuz okuyorsunuz.

Ian McEwan yine her zaman yaptığını yapmış sanki alanın uzmanı -bir tıp doktoru- gibi her süreci anlatmış. Babanın şair olması dolayısıyla sanata ve şiire dair de bir çok şey paylaşmış. Babanın öğrencisine şiir üzerine verdiği şu öğütler gibi:

Asla gelişigüzel olmaz. dümeni elinizden bırakmayın. Anlam katın, bir anlam birliği. Karar verin, karar verin, karar verin. Ve vezninizi bilin ve ve tempoyu bilerek bozun. Bir de şu: Biçim bir kafes değildir. Vedalaşırmış gibi yaptığınız eski bir dosttur. Ve duygular. İçinizi dökmeyin. Bir tek ayrıntı gerçeği ortaya koyar. syf.117

Bu bilge cenin romanın başlarında İngiltere eleştirisine de bayıldım:

Saygıdeğer, yaşlı bir kraliçe tarafından yönetilen ve pek birleşik sayılmayan bir krallıkta yaşacağım, yaptığı iyi işlerle, iksirlerle (kanı temizlemek için karnabahar çiçeği) ve anayasaya aykırı müdahaleleriyle ünlü bir işadamı – prensin sabırsızlıkla tahta çıkmayı bekledi bir yer. syf. 11

Sonuyla okuyucuyu şaşırtacak, benim ki keşke olmasaydı diye heyecanladıracak bir roman. Keyifle okumanızı dilerim.

KÜNYE:

KİTABIN ADI: FINDIK KABUĞU

YAZAR: IAN MCEWAN

ÇEVİRİ: İLKNUR ÖZDEMİR

YAYINEVİ: YAPI KREDİ YAYINLARI

SAYFA SAYISI:149

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir