GALÎZ KAHRAMAN

galiz kahraman

İhsan Oktay Anar külliyatının sondan bir önceki romanı Galîz Kahraman’ı okudum. Üç arkadaş, küçük bir okuma grubu oluşturduk ve yaklaşık bir yıl içinde külliyat okumamızın artık sonuna geldik. Sırasıyla; Puslu Kıtalar Atlası, Kitab-ül Hiyel, Efrasiyab’ın Hikâyeleri, Amat, Suskunlar, Yedinci Gün ve Galiz Kahraman’ı okuduk. Tüm bu romanlar içinde, belki şu günlerde içinde bulunduğum ruh halimin de etkisiyle, Galîz Kahraman bu grubun içinde en sevdiğim roman oldu. Hepimizi kahreden büyük Kahramanmaraş Depremi’nin etkisi altıdayken ve günlerce tek satır okuyacak gücü kendimde bulamamışken tekrar okumaya İhsan Oktay Anar romanıyla başladım. Ve bu romanın denemeye yakın eleştiri diliyle kurgulanmış dünyası beni tekrar yaşama döndürdü diyebilirim. Öyle ince ince kurgulanmış eleştiriler var ki içinde, öfkeme tercüman oluşu beni rahatlattı belkide.

Her okumayla birlikte İhsan Oktay Anar roman evrenine kendimi biraz daha yakın hissettiğimi söylemeliyim. Peki bu evreni nasıl tarif edebilirim? Öncelikle masal, efsane, geçmiş zaman ile bugün birlikte yürüyor. Öyle şeyler anlatıyor ki yazar bir süre sonra bildiğiniz tüm gerçekleri unutup onun dünyasında her şeyin olabileceğine iknâ oluyorsunuz. Karakterleri hem bu dünyadan hem de gerçek olamayacak kadar masalsı bir yerden. Anlatıların dili bu evreni oluşturmada kullanılan çok önemli bir faktör. Çoğu kişi bunu Osmanlıca diye düşünebilir ama metinleri durup sesli bir şekilde okuduğunuzda seçilen kelimelerin verdiği nüanslara dikkat ederseniz Osmanlıca’nın izini sürmekten de vazgeçersiniz. Neticede dil yaşayan bir varlık. Geçmişte kullanılan ancak zamanla unutulan kelimeler halen sözlüklerde yaşamaya devam ediyorlar ve bunların anlam karşılıkları da oldukça zengin. Bu kelimelerle kurulan cümleler uzun olsa, hatta çoğu zaman bir tekerlemeyi andırsa da hiç takılmadan yağ gibi kayıp gittiğini fark edeceksiniz. Anlatının beni etkileyen bir diğer noktası mekan seçimi. Mekan genel olarak tüm romanlarda sabit. Tüm romanlarda Karaköy’den başlayıp Taksim’e uzanan bir coğrafya kullanılıyor. Bir tek Efrasiyab’ın Hikâyeleri’nde bu coğrafyanın dışına çıkılıyor diyebilirim. Son olarak İhsan Oktay Anar edebiyatının tüm kitaplarının merak edenler için kapılar araladığını mutlaka bir üst okuma yapma arzusu yarattığını söylemeliyim.

Galîz Kahraman’da yazar İdris isimli bir anti kahraman oluşturmuş. Marvel’in Joker’in bile çocukluğuna inip affedebilirken İdris isimli bu kahraman doğuştan kötü bir varlık; narsist, bencil, kötülük yapmaktan mutlu olan biri. Zaten ‘Galîz’ kelimesinin tdk karşılığı da ‘kaba ve çirkin’ demek. Ancak bu adamın ruhu da çirkin. İlginç olan bu adamın aşka olan hasreti nedeniyle kendini şair sanması. Her fırsatta geğirerek yere tükürmek gibi bir alışkanlığı olan bu adamın bir şiir yazmanın basit bir şey olduğuna inanacak kadar kendini beğenmiş olduğunu görüyoruz. (Bu karakter tam anlamıyla toplumsal bir eleştiri sunmak üzere oluşturulmuş.)

Evet! Evropa sanatçıları hayatlarında hiç mükemmel bir erkek bedeni görmemişler, çünkü Kasımpaşa’ya hiç gelmemişlerdi. Yunan hendeseciler de altın oranı yanlış hesaplamış olmalıydılar, öyle ki, oranın hakiki kıymetini bulmaları için Efendimizin mübarek suratına bir bakmaları yeterliydi! syf.19

Romanın bir de yan kahramanı var: Efgan Bakara. Bu okumayı seven, geçimini sağlamak için tashihçilik yapan, kültürlü ve doğruyu söylemekten çekinmeyen gencin en kötü özelliği aptallık derecesinde saf olması. Bir şekilde Galiz Kahraman ile yolunun kesişmesiyle bu saf genç her seferinde oyuna geliyor. Bu iki kişiyi bir araya getirense, ne kadar trajik ki, edebiyat oluyor. Elbette amaçları farklı. Efgan Bakara edebî anlamda güzelin peşindeyken İdris Efendi kadınları tavlamak, aşka kavuşmak için şiir yazmanın peşinde. İşte ne hikmetse Kasımpaşa’da Ümmü Gülsüm Kıraathanesi’nde kültürel bir etkinlik olarak düzenlenen edebiyat toplantıları tanışmalarına vesile oluyor. Bu mekâna, bıçkın kabadayılar, hırsızlar, dolandırıcı ve yan kesicilerden oluşan nadide topluluğa, edebiyat anlatmak için kimler gelmiyor ki? Eğitimini Amerika’da tamamlamış, üniversitede hocalık yapan bir kadın profesör, çok satan yazar ve araştırmacılar. Ancak hepsini eleştirilecek bir yanı var. Efgan Bakara sorduğu sorularla onları kızdırıyor ve her seferinde kovuluyor. (Yine burada edebiyatın medyatik kısmına yönelik bir eleştiri sinsilesi okuyor, ip uçlarını birleştiriyorsuz.)

Herhalde ‘derin’ kelimesinin karşıtının ‘zirve’ değil, ‘satıh’ olduğunu zannediyordu. Belki de iyi ve kötü edebiyat arasındaki fark, Olimpos’un zirvesindeki on iki neşeli ilâh ve ilâhenin kusursuz güzellikteki heykelleri ile, Kudûs’ün Hinnom Vadisi’nin derinindeki zavallı ve me’yûs cesetler arasındaki farktı. Galiba zirvede, hakikatle dalga geçen sevinçli ve kayıtsız ilahlar, çukurların derinliklerinde ise, tuttuklarını bilip, yakaladıklarını belleyen kör ve topal peygamberimsiler vardı. syf.47

Romanda altını çizdiğim çok satır oldu. Bunlardan biri de Rönesans’ın neden bu topraklar üzerinde varlığını sürdüremeyeceğine dair şu satırlardı:

Gel gör ki, bu Rönesans fitneler yüzünden fazla uzun sürmeyecekti. Çünkü iş mitolojiye, azgınlığa ve putperestliğe gelip dayanmıştı: Tablosunda İlâhe Afrodit’in doğuşunu konu alan üstât Boticelli’ye özenen bi tabelacı, Afrodit’in Arap âleminde karşılığı olan Uzzâ adlı putu bir kebapçının tabelasına çizip boyayınca kıyâmet kopmuştu. Yine içlerinden biri, Zeus’tan olma Kastor ve Polluks adlı ikizler hakkında opera yazan Ramo’yu örnek alan bir halk aşığı muhtemelen İlâhe Athena’nın karışlı olan Lât adlı put hakkında mâni koştuğunda, az kalsın linç edilecekti. Aynı şekilde, Agamemnon’un kızı İfigenya’yı mevzû alan tragedyanın müellifi Rasin’den ilham alan bir çadır tiyatrosu kumpanyası, Nemesis’in muhtemel mukabili olan o putun, yani Menât’ın başrolde olduğu bir piyesle perde açtıklarında, sahneye taşlar yağdırılmıştı. Bunun nedeni seyircilerin herhalde, “Benim gibi muhteşem birinin fikirleriyle nasıl dalga geçersin?” düstüruyla ifade edilebilecek narsisizm olmalıydı. İncinme ve öfkeye bakılırsa, galiba memleketin gayrı resmi mezhebi, Nemrud’a mahsus bir Narsisizm idi. İşte bu yüzden o devirde, “Kasımpaşa Rönesansı fazla uzun sürmedi. Zaten ‘ahiret’ ile mukayese edildiğinde ‘medeniyet’ dediğin nedir ki? Fitnenin ve bozgunculuğun ta kendisi! syf.162

Yukardaki satırlardan çıkan bir diğer eleştiri konusu fark ettiğiniz gibi ‘din’ eleştirisi. İhsan Oktay Anar’ın eserlerinin bu kadar etkileyici olmasının belki de en önemli nedeni felsefe hocası olması, detaylı ve karşılaştırmalı tarih bilgisine sahip olması üstelik tüm konulara eleştirisel bir bakış geliştirebilmesidir.

İhsan Oktay Anar evrenine dalmak ilk aşamada zor gelse de biraz çabayla inanılmaz bir keyfe dönüştüğünü ısrarla ve üstüne basa basa söylüyorum. Okuyucusundan biraz çaba ve sabır isteyen metinler bunlar doğru ancak bir kez o evrenin eşiğinden geçtikten sonra zihni dinamik tutan metinler aynı zamanda. Benim tek eleştirim, ki bu da eleştiri sayılmaz yazarın tercihi olarak değerlendirilebilir, maskülen bir edebiyat örneğidir. Kadın varlık olarak mevcut olsa da kadın bakış açısı yer almaz anlatılarında. Bunun için hemen ardından, aynı arkadaş grubuyla, okumayı planladığımız Ursula K. Le Quin eserleri bu eksiği dengeleyecek kanımca.

İyi okumalar,

KÜNYE:

KİTABIN ADI: GALÎZ KAHRAMAN

YAZARI: İHSAN OKTAY ANAR

YAYINEVİ: İLETİŞİM

SAYFA SAYISI: 181

2 Replies to “GALÎZ KAHRAMAN

  1. Galiz Kahraman, gerçekten toplum eleştirisi ve absürt mizahı bir araya getiren sıradışı bir yapıt. Gerçekle hayalin birbirine girdiği kurgusu biraz karmaşa yaratsa da benzersiz bir eser bence de.

    1. “Gerçekle hayalin birbirine girdiği kurgu..” İhsan Oktay Anar’ın imzası gibi. Nasıl Marguez ile anılan bir büyülü gerçekcilik tanımı varsa bizim de İhsan Oktay Anar’ımız var. Yorumunuz için teşekkür ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir