The Map of Tiny Perfect Things

the map of tiny perfect things

Geçtiğimiz günlerde çok beğendiğim bir gençlik filmi izledim. Başlığı orjinal haliyle verdim, türkçesi sanırım şöyle: “Küçük Mükemmel Şeylerin Haritası” Bir film şablonu içinde olması gereken her şeyi yerli yerinde kullanırken sanırım beni en çok etkileyen konusu ve onu işleyiş şekli oldu. Film sevimli bir genç adamın sabah yatağından uyanması, annesi arabasına binip giderken görmesi, kız kardeşi ve babasıyla kahvaltı sofrasında klasik -sıkıcı- diyaloglarını yapması ve sonrasında son derece sıradışı hareketlerle kasabada yol almasıyla başlıyor.

Bu çocuğun çılgın biri olduğunu düşünüyorsunuz. Sonrasında bunların her gün ama her gün aynı şekilde tekrarlandığının ayırdına varıyorsunuz. İşte beni tam da bu noktada vurdu hikâye. Çünkü yaşadığımız hayatın tek düzeliği üzerine çoğumuz kafa yormayı severiz. (Aslında şöyle de diyebiliriz: bazılarımız sıradan hayatına takıktır) Bazılarımızsa hiç umursamadan yaşar ve gider. Bu genç adam bu durumdan hoşnut. Ne olduğunu, ne olacağını, nasıl tepki vereceğini biliyor. Gün içinde nasıl bir şey yaparsa yapsın ertesi gün her şeyin sil baştan olacağının farkında ve kabullenmiş. Ama bir gün değişik bir şey oluyor. Hiç beklemediği bir şey. Tıpkı kendisi gibi biri aynı şekilde zaman döngüsüne hapsolmuştur ve bu bir kızdır. Üstelik aynen Mark gibi çok zeki biridir. Birlikte takılmaya başlarlar. İşte bu noktada benim ilgimi çeken ve gözümde filmi sıradanlıktan çıkaran ikinci şey gerçekleşiyor; bu gençler fizik kuralları üzerinden bulundukları durumu incelemeye başlıyorlar. Matematikle arası pek iyi olmayan Mark, Margaret sayesinde aslında matematiğin öyle anlaşılmayan bir şey olmadığını farkına varıyor. Ancak dostlukları aşka dönüşmeye başlarken Margaret’in bu zaman döngüsü içinde her gün aynı saatte aldığı bir telefonla hiç bir şey söylemeden ortadan kaybolması Mark’ı meraklandırıyor. Zaman döngüsünden çıkmak için ne yapmaları gerektiğini düşünürken ve önce biri istekli, diğeri bu konuda isteksizken sonra birlikte çalışarak çıkmaya karar veriyorlar. Bunun için küçük bir harita hazırlıyorlar. Bu haritada gün içinde benzersiz olan küçük şeyleri not almaya başlıyorlar. İşte bu da benim için “harika” olarak nitelendirdiğim bir başka noktaydı. Hayatla ilgili sorguladığım şeylerden birinin cevabıydı aslında: Sıradan her sıkıcı günümün içinde aslında o güne özel bir şeyler var ve ben gerçekten bakmayı bilirsem onları görebilirim.

Neyse… (elbette sonunu söylemeyeceğim) film böylece akarken ve biz iyi oyuncularla karakterlere hayran hayran filmi izlerken gelen o telefonların sırrını çözüyoruz. Her şey tam çözüldü derken hiç beklemediğimiz bir şey oluyor.

Bazen bir kitap okurum ve filmi olsa ne güzel olur derim. Bazen de bir film izlerim kitabı olsa okurum derim. İşte bu filmde bu denklemde yerini bulanlardan biriydi benim için. Ve evet kitabı varmış, ondan uyarlanmış. Ancak maalesef türkçeye çevrilmemiş.

Eğer keyifli bir şeyler izleyip, biraz da durup düşünmek isterseniz izleyin derim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir