AFTER LİFE

after life

Acaba türkçeye düz bir mantıkla “Hayattan Sonra” olarak mı çevrilir? İngilizcem çok iyi olmadığı için bu konuda bir şey diyemiyorum ama “After Life” tam olarak da yaşadığı harika hayatından sonra yok olan bir adamın hikâyesi. Ve ben bu diziye hayran kaldım…

Bilmiyorum tabii, seyreden herkes benim duygularımı taşıdı mı ya da taşır mı? Ama bölümlerini ard arda izlediğim günlerde tek konuştuğum şey “After Life” dı, diyebilirim. Şimdi 3.sezonun bir an önce başlamasını diliyorum. Eminim en az ilk iki sezon kadar başarılı olacak. Çünkü Ricky Gervais muhteşem, gerçekten yaratıcı bir yazar. Üstelik bir kez daha gördüm ki çok da iyi bir oyuncu. Elbette insanın kendisinin yazıp, yönetmesi hatta oynaması başarısını arttırıyordur ona da diyecek bir şeyim yok.

Laf aramızda kocam izlerken bazen benimle takıldı ama pek sevmedi. Kızlarım da sürekli bu diziden bahsetmemden bıktılar. Onların da ilgisini çekmedi. İnsan bir şey hakkında çok heyecanlandığında (ya da en azından ben) çılgın bir şekilde bunu çevresindeki herkese bulaştırmak istiyor. Özellikle izlediğin filmde, okuduğun kitapta benzer duygu ve düşünceleri yakalarsan onlar üzerinde konuşma fırsatı bulursan çok daha mutlu oluyorsun. Şimdilik mutluluk sadece benim içimi doldurmuş durumda buradan okuyacak olanlara bu yazımla paylaşmış olacağım, belki onlardan gelen yorumlarla biraz daha beslenirim.

Neyse efendim, “After Life” ı bilmeyenler ve yazımı okuduktan sonra izleyecekler için biraz anlatayım diziyi:

Başroldeki kahramanımız Tony yakın zamanda çok sevdiği karısını kanserden kaybediyor. Bu çok klasik bir tanımlama gibi gelebilir: “Çok sevdiği karısı…” Ama işte öyle bir şey değil. Bu iki insan birbirlerine gerçekten aşıklar. Sevgileri bölünmesin diye çocuk bile yapmamışlar. Yıllar geçtikçe de aşkları hiç azalmamış. Öyle ki Tony mesleği gazetecilikte kariyer peşinde koşup, yaşadığı küçük kasabadan uzaklaşmak yerine, karısıyla kurduğu o mutlu ve huzurlu yaşamı sürdürmüş. Şöyle diyordu bir bölümde: “Biz her akşam evde buluşmak için heyecanlanırdık. Yaptığımız öyle abartılacak bir şey değildi; yemeğimizi yiyip, şarabımızı almak, kanepeye oturup sohbet etmek, birlikte film izlemekti.” Dizi boyunca karısının Tony’e ölümünden sonra yapması gerekenleri anlattığı, geçmiş hayatlarından da kesitler taşıyan, kısa kısa videolar izliyoruz. Kadın Tony’in yaşayacaklarını bildiği için onu yaşamda tutmaya çabalamış. Diziyi benim için ilginç kılan yönlerinden biri absürdlüklerle renklendirilmiş karakterlere sahip olması. Tam anlamıyla modern yaşam eleştirisi diye nitelendirebileceğim olaylarla örülü olması. Kendisine seks işçisi denmenisi tercih eden bir fahişe ile kurduğu dostluk, deli bir postacı, yeme bağımlısı mesai arkadaşı fotoğrafçı ve onun son derece garip sevgilisi ve anne kuzusu oğlu gibi türlü türlü karakterler. Her bölümde hayat dersleri taşıyan, bölümler akarken Tony’i daha yakından tanıdığımız, aynı zamanda değişimine de tanık olduğumuz izlenesi bir kurgusu da “After Life” ı etkileyeci kılan bir diğer yönü. Hele ikinci sezonun son bölümü…

Bir de Tony’in çok güzel bir köpeği var. Ondan bahsetmezsem olmaz. Çocukluğumdan beri hep bir köpeğim olsun istemiştim. Ama yaşam şartlarımı bir türlü uygun hale getiremedim. Onların dostluğu sanırım biraz da bu hasretimden dolayı beni çok etkiledi.

İşte böyle. Absürd bir kaç sahnesine takılmaz, ön yargılarınızın etkisinden kalmadan izlerseniz bence siz de çok seversiniz.

İyi seyirler.

Not: Terapistlerin benimle aynı görüşte olmadıklarına eminim 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir