KORONA SENİ YENDİK

korona seni yendik

Küçük kahraman Ada’ya ve onun cesur teyzesine…

Merhaba benim adım Ada. Altı yaşındayım. Ben teyzemi çok severim. Hayatımda onun kadar eğlenceli birini tanımadım. Üstelik o da beni çok sever. “Benim bir tanem” der. O yüzden annem ve babam bir akşam işten geldiklerinde, “Yarın teyzene gidiyorsunuz” deyince çok mutlu oldum.

Kocaman bir çanta hazırladık. Aslında birer tatil bavulu hazırladık desem daha doğru olur. Sanki yaz gelmiş de biz, hep birlikte kampa gidiyorduk. Doğrusu teyzemin evi tıpkı bir tatil oteli gibidir. Evet inanın bana gerçekten öyledir. Kocaman bir sitenin içindedir. En çok sevdiğim şey çocukların rahatlıkla bisiklete bineceği özel yollarının olmasıdır. Çünkü benim artık bir bisikletim var. Bu yıl, okumayı geçince bana anneannem hediye aldı. Zaten teyzemlere gideceğimi duyunca babama yalvardım, bisikletimi de yanıma aldım. Biraz acemiyim ama olsun. Arkadaki küçük tekerleklerle kullanıyorum bisikletimi. Orada rahat rahat öğrenirim. Ve sadece iki teker üstünde giderim.

Anlatacaklarım daha bitmedi ki… Teyzemin evinin olduğu sitede tatil otellerindeki havuz gibi bir havuz vardır. Yarısı çocuklar, yarısı büyükler içindir ve kocamandır. Onun hemen yanında da bir kantin. Hani şu tost, sakız, dondurma, çikolata… ne isterseniz satılan yerlerden. Teyzem ne zaman bizi havuza götürse oradan dondurma alır. Benim en sevdiklerimden kırmızı yeşil yani mango ve çilekli olanlardan. Daha bahardı, yaza çok vardı. Yine de mayomu yanıma aldım.

Sitenin bahçesi bulmaca gibidir. Eğer yolu iyi bilmezseniz kaybolabilirsiniz. Sayıları iyi bilmezseniz evleri birbirine karıştırabilirsiniz. Çünkü evler tıpkısının aynısı gibidir. Ama ben artık sayıları da biliyorum, yazıları da okuyorum. Tek başıma bahçede bıraksalar da kaybolmam. Ha unutmadan, birde kocaman basket sahası vardır. Ben basketbol oynamayı sevmem ama abim çok sever. Hatta teyzemin evinin olduğu sitede oyun arkadaşları da var. Yani o da orada hiç sıkılmaz.

Teyzemde kaldığımız zamanlar her akşam kız kıza yürüyüşe çıkarız. Biz yürüyüş yapmayı çok severiz. Ağaçların arasına saklanmış, etrafı çiçeklerle süslü çardaklarda oturur, şarkı dinleriz. Teyzem telefonundan benim sevdiklerimi açar. İşte tüm bunlar yüzünden oraya gitmek tıpkı tatile gitmeye benzer. Az kalsın unutuyordum. Bir de köpeğim var. Benim değil aslında, teyzemin arkadaşının. Adı: Benji. Boyu çok büyük değil ama sevinip iki ayağının üstüne kalkınca, beni geçiyor. Ben üstüme atlasa bile ondan hiç korkmam. Çünkü çok sevimli bir köpektir. Top toplama işinde ondan hızlısı yoktur. Bir gün benim de bir köpeğim olsun çok isterim.

İşte böyle… Ben sevinçten yatağın üstünde zıplarken annem çantamı, pardon bavulumu hazırladı. Ama ne kendisi için ne de babam için giyecek hiçbir şey koymadı. Şaşırmıştım: “Neden sadece benim elbiselerim var?” dedim. Annemle babam gelmeyeceklermiş. Onlar evde kalacaklarmış. Öyle söyledi. Zaten az önce de “Gidiyorsunuz..” dememiş miydi? Sadece anneannem, abim ve ben gidecekmişiz. “Ama annecim ben seni çok özlerim” dedim. Gerçekten özleyeceğimi biliyordum. Ben her akşam annemle babamın işten gelmesini heyecanla beklerim. Onların insanların hayatını kurtardığını biliyor musunuz? Evet, benim annem hemşire babam da radyoloji teknisyeni. Babamın mesleğinin çok zor akılda kalan bir ismi var, biliyorum. Ben de ezberlemek için epey uğraşmıştım:

 RAD – YO – LO – Jİ 

TEK – NİS – YE – Nİ .

Yaptığı işi bana uzun uzun anlattı. Hastalıklar konuşulduğunda hep akla önce doktorlar gelir. Ama benim babam olmasa belki de hastalar iyileşemez. Onun çektiği filmler sayesinde doktorlar hastalıkları daha çabuk anlıyorlarmış. Evet, doğru söylüyorum. Doktor hastayı muayene edip “Bence şurasında şu hastalık olabilir” dermiş. Ancak emin olmak için babama gönderirmiş. O da vücudun içinde hastalığa neden olan şeyin fotoğrafını çekip, doktora verirmiş. Ben ikisiyle de gurur duyarım. Hem annemle hem de babamla. Çünkü annem çok iyi bir hemşiredir. Çalıştığı yerdeki hemşire ablaların en büyüğü, baş hemşiredir. Ama her akşam onları görmeden de uyuyamam. Bu yüzden biraz üzüldüm. “Ne zaman beni özlersen, teyzene sıkı sıkı sarıl Ada’cım. Teyzeler anne yarısıdır, unutma” dedi. Ama hiç olur mu? Anneler başkadır, teyzeler başkadır. “Peki neden?” dedim. Neden bizimle gelmediklerini merak ediyordum. Teyzemlerim evi çok büyüktü. Hepimiz birlikte kalabilirdik. Madem tıpkı tatile gider gibi bavul hazırlıyorduk, o zaman yine hep beraber olabilirdik. Annem saçlarımı okşadı. Sonra gözlerimin içine bakarak “Biz babanla bu günlerde çok çalışacağız” dedi. Onlar zaten hep çok çalışırlar. Bazen annem nöbet tutar. Bazen babam nöbet tutar. Bazen de ikisi birden.

Çalıştıkları hastane İstanbul’un en büyük hastanesidir. Annem bana “Bak sen akıllı bir çocuksun. Bugünlerde adına salgın denilen kötü bir hastalıkla uğraşıyoruz…” Evet, haberlerde görmüştüm. Anneannem de geçen gün bir arkadaşıyla konuşuyordu. Çin’den gelmiş. Orada insanlar garip garip şeyler yemişler, sonra hasta olmuşlar, sonra da uçağa binip başka ülkelere gidince salgın başlamış. Grip gibiymiş ama daha kötü hasta ediyormuş. “Evet salgın olduğu doğru ama neden kaynaklandığını tam olarak bilmiyoruz. Bu yüzden de biz onu yenmek için bütün arkadaşlarımızla daha çok nöbet tutmak zorundayız. Üstelik bu hastalık maalesef çok bulaşıcı. Özellikle yaşlıları ve çocukları korumak şart. Biliyorsun anneannen de yaşlı…” Evet, biliyorum. Anneannemin kalbinin çok yaşlı ve yorgun olduğunu biliyorum.  Onun kalbi daha iyi çalışsın diye tıpkı saatlerdeki gibi pil takacaklar, onu da biliyorum. Üstelik ben de daha çocuğum. Ama sağlıklı bir çocuğum. Tam bunları anneme de söyleyecektim ki devam etti “İşte bu yüzden sadece tedbirli olmamız gerekiyor. Biz bu hastalığı tanıyıp onunla daha güçlü savaşıncaya kadar senden de yardım istiyorum. Sabırlı olacaksın, anneanne ve teyzene yardımcı olacaksın. Anlaştık mı güzelim?” Ne diyebilirdim ki? Artık büyük bir çocuktum ve annem bana her şeyi anlatmıştı. Sadece bana bir söz vermesini istedim. Ne kadar yorgun olursa olsun her akşam görüntülü konuşmak için anlaştık. Onlara sarılamasam da yüzlerini görmek istedim.

Günler öyle hızlı öyle eğlenceli geçiyordu ki. Nasıl akşam oluyor hiç anlamıyordum. Teyzem eve gelen misafirler için ayırdığı küçük odayı bize verdi. Bu odanın içi kitaplarla doludur. Benim teyzem tam bir kitap kurdudur. Ama ben misafir odasında uyumak istemedim, onunla yatmak istedim. Tamam artık büyük bir çocuktum ama annem “Ne zaman beni özlersen teyzene sarıl, anne yarısıdır” demişti ya. Canımın ne zaman annemi özleyeceğini nereden bilebilirdim? Belki akşam uykumdayken özlerdim. Anneannem “Yok olmaz, eniştene ayıp olur” dese de teyzem onu dinlemedi, hemen kabul etti. Akşamları da yatağıma girdiğimde annem ve babamla onun telefonundan arıyor, görüntülü konuşuyordum. Uzaktan öpücük yollayıp, rüyamda da onlara sıkı sıkı sarılıyordum.

İlk gittiğim hafta bisikletimi aşağıda diğer çocukların bisikletlerinin yanına bağladım. En yeni en pırıl pırıl olan benimkiydi. Çok mutluydum. Oraya gittiğimizin ikinci günü, kahvaltıdan sonra hemen binmeye başladım. Arkadaşım da oldu: Ceylan. İlk defa böyle isimli birini tanıyordum. Çok güzel bir adı vardı. Onu çok sevdim. Benim yaşımdaydı. Ama o çok iyi bisiklet sürüyordu. Bana da öğreteceğini söyledi. Onun da annesiyle babası çalışıyormuş. “Peki onlar işe gidince sen evde tek başına mı kalıyorsun?” demiştim. Gülmüştü. O kalsa kalırmış ama annesi bir abla tutmuş. Ona hem ödevlerini yaptırıyor hem de göz kulak oluyormuş. Ben o ablayı sadece bir kez gördüm. O zaman da hiç sevmedim. Çünkü Ceylan’ı yanımdan alıp götürdü. Anlatacağım…

Ceylan’la arkadaş olunca sitenin her yerini birlikte gezmeye başladık. Bazen bisikletle, bazen de yürüyerek. Bir gün o bana çikolata ısmarlıyordu bir gün de ben ona dondurma. Gün nasıl geçiyor, akşam nasıl oluyor anlamıyorduk. Bana ne kadar kalacağımı sordu. Ben de “Bilmem ki, umarım çok” demiştim. Çünkü burada çok eğleniyordum. Ayrıca hayatımda daha önce olmayan şeyler oluyordu. Mesela akşam yatağa giriş saati serbestti. Okula gitmiyorduk. Televizyon izler gibi ders dinliyorduk. Eve çıktığımda teyzemle bol bol kek, kurabiye pişiriyorduk. Kimse yediğime, içtiğime karışmıyordu. Yani bu salgın denen şey aslında bizim işimize yaramıştı. Ceylan da benimle aynı fikirdeydi. Havuzun ne zaman açılacağını konuştuk. “Belki havuz açılana kadar kalırsınız. Birlikte yüzeriz. Sen yüzme biliyor musun?” dedi. “Elbette biliyorum. Hem de balık gibi yüzerim.” dedim. Sonra da “Biraz abartmış olabilirim.” deyince kahkahalarla güldük. Bir an önce yaz gelsin istiyorduk.

Ama zaman geçince başka şeyler olmaya başladı. Mesela artık sitenin bahçesine çıkmamız yasaktı. Sadece belirli saatlerde dışarı çıkma iznimiz varmış. Markete ya da fırına teyzem tek gidiyordu. Beni götürmüyordu. Tehlikeli olurmuş. Hastalık hızlanmış. Sonra gelince üstündeki tüm eşyaları çıkartıp ellerini iyice yıkıyordu. Bana da anlattı. Zaten annemle babam da ellerimi dışarı çıkıp gelince nasıl yıkamam gerektiğini anlatmıştı. Ama bu gerçekten çok sıkıcıydı.

Bir gün abim “Ben eve gideceğim. Tek başıma kalabilirim” dedi. O salonda kanepede yatarken ben teyzemle yatıyordum. Acaba bizi kıskanmış, buna mı sinirlenmişti? Kalabalıktan sıkıldığını söyledi. Odasını özlediğini, tek başına kalmak istediğini. Zaten bunun için de yeterince büyük olduğunu. Herkes tek bir ağızdan konuşmaya başladı. Evin için sesle doldu. Anneannem “Delirdin mi sen?” dedi. Salgını hafife aldığını, dışarısının çok tehlikeli olduğunu söyledi. Teyzem ve eniştem de öyle dedi. Üstelik annemle babamı da düşünmesi gerektiğini, onların bütün gün salgının merkezinde çalıştıklarını buna izin vermeyeceklerini anlattılar. Ben hiçbir şey demeden sadece onları dinledim. Ama çok korkmuştum. Annemle babamı özlüyordum. Bazen gözüme hiç uyku girmiyordu. Bu nasıl bir hastalıkmış Adına Korona diyorlar. Anneannem sabahtan akşama televizyondan haberleri izliyordu. Haberlerde de sırf salgından bahsediyorlardı. Sonra hastalananları, hastaneleri, bu hastalıktan ölen insanları söylüyorlardı. Çok korkuyordum. Ya annemle babama da bulaşırsa. Anneannemin kalbi hasta, ya ona bir şey olursa. Abim gitmekten vazgeçti. Ama daha sonra hiç konuşmadı. Sadece telefonunu eline alıyor, kulaklıklarını takip bir köşede oturuyordu.

Bazen sabah herkes uykudayken kalktığımda ne yapacağımı bilemiyordum. Artık bu Korona denen hastalıktan nefret ediyordum. Bir gün resim defterime onun kötü bir resmini çizdim. Sonra da üstünü karaladım. Ağlamaya başladım. Sanki bu koskoca dünyada yapayalnız kalmıştım. Sanki bütün sevdiklerim bu kötü Korona yaratığı yüzünden elimden alınmıştı. Ya da alınacaktı. Çok da korkuyordum. Ama birden aklıma en sevdiğim şey geldi. Bir çiçek çizmek. Defterime bir çiçek çizdim. Sonra bir ağaç çizdim. Ağlamayı bıraktım. Renkler beni mutlu ediyordu. Güzel renklerle güzel şeyler çizdikçe o kara mikrobun yok olup gideceğini düşündüm.

Bir sabah yine boya kalemlerimle çalışıp yorgun düşünce tekrar yatağa dönmüştüm. Uyuya kalmışım. Teyzem markete gitmiş. Anneannem telefonda konuşuyordu. Ağlıyor muydu? Yataktan çıkıp salona geldim. Çok korkmuştum. Anneme mi bir şey olmuştu? Ben de ağlamaya başladım. Beni fark edince telefonu kapattı. “Yok bir şey güzelim. Sen neden ağlıyorsun?” dedi. Meğer arkadaşı Nimet teyze hastalanmış. Bu korona mikrobu ona da bulaşmış. Elbette üzüldüm ama biraz da rahatladım. Çünkü annemle babam iyiymiş. Yine de inanmadım ve onlarla telefonla konuştum. “Ne zaman geleceksiniz?” dedim. Artık yaz geldiği için mikrop zayıflıyormuş. Güneşi sevmezmiş. Biz insanlar daha dikkatli olursak onu yenebilirmişiz. Öyle olunca da işler yoluna girermiş. Annemle babam da artık rahatlıkla eve gelebilirmiş. “Tamam” dedim. “Daha da dikkatli olacağım, söz.” O gün hiç yapmamam gereken bir şey yaptım. Yıllar önce bana yasaklanan bir şeydi. Duvara renkli kalemlerle resim çizerdim. O zamanlar daha bebektim. Ama şimdi de birden içimden duvarlara tıpkı defterimdeki gibi renkli resimler çizmek geldi. Sanki o renkler bizi kötü canavar mikrop Korona’dan koruyacakmış gibi düşündüm. Kendime mutfak kapısının arkasındaki duvarı seçtim. Kapı hep arkaya doğru açık olduğu için kimse kolay kolay fark etmeyecekti. Ben de rahat rahat çalışacaktım. Annemle babam yanımıza gelinceye kadar da boyamaya devam edecektim.

Site içinde herkes istediği saatte dışarı çıkamıyordu. Yasaklar devam ediyordu. Anneannemin yaşındakiler başka bir saatte biz başka bir saatte çıkabiliyorduk. Benim dışarı çıkma saatim olunca hemen bahçeye koşuyor, bisikletimi alıyordum. Ceylan’da geliyordu. Yine birlikte sohbet edip bisikletimizi sürüyorduk. Artık arkadaki yardımcı tekerleklere de ihtiyacım kalmamıştı. Eniştem onları söktü. Kendimi daha da büyümüş hissetmiştim. Usta bir bisiklet sürücüsüydüm. O gün o kadar çok dolaştık ki yorulup, kantinden kendimize muzlu süt ısmarladık. Oturup konuşuyorduk. İşte Ceylan’ın bakıcı ablasını ilk o gün gördüm. Yanımıza geldi Ceylan’a : “Hadi Ceylan eve gidiyoruz” dedi. Daha çok erkendi, vaktimiz vardı, itiraz ettik, biraz daha oynayalım dedik. Dinlemedi. Ceylan’ın annesi aramış, benimle oynamasını istemiyormuş. Benim annemle babam sağlıkçı olduğu için, virüsün içinde çalıştıkları için, Ceylan’ın benimle oynaması çok riskliymiş. Ceylan gitti. Muzlu sütümüz bile daha bitmemişti. Ben orada yapayalnız kaldım. Hiçbir şey diyemediğim için de çok kendime çok kızgındım. Benim annemle babam utanılacak bir şey yapmıyordu. Onlar salgınla savaşan kahramanlardı. Ağlayarak eve döndüm.

Evdekilere bir şey anlatmadım. Konuşmak istemiyordum. Annemle babamı savunup bir şey demediğim, öylece kaldığım için kendime çok kızıyordum. Ama teyzemin gözünden hiçbir şey kaçmaz. Biraz zaman geçince beni odasına çağırdı. Oturduk konuştuk. Her şeyi anlattım. Çok sinirlendi. Teyzem iyidir, güzeldir ama sinirlendiği zaman karşısındakini ezer geçer. Ben de büyüyünce böyle güçlü bir kadın olmak istiyorum. Ona da söyledim. Ben hiç güçlü değildim. O ablaya, Ceylan’ın bakıcısına hemen cevap verememiştim. Teyzem bunun için üzülmememi söyledi: “Bazen insanlar çok iyi eğitim almış da olsalar cahil oluyorlar kızım.” dedi. Benim teyzem kimya mühendisidir. Bana Korona denilen bu hastalığın nasıl bulaştığını anlattı. “Salgının başından beri hepimiz maske takıyoruz. Bunun nedeni hastalığın damlacıklarla bulaşması” dedi. Yani öksürdüğümüzde, hapşırdığımızda bulaşıyormuş. Mesela hasta birisi bir yerde hapşırırsa oraya virüs yayıyormuş. Bu virüsler eşyaların üzerinde çok uzun süre kalıyormuş. O yüzden dışardan gelince ellerimizi uzun uzun sabunla yıkıyormuşuz. Bu tedbirlere herkes dikkat ederse hastalık bulaşmayacağını söyledi. Evet biz bunların hepsini yapıyorduk. Ayrıca ben annemle babamdan bile ayrı kalmıştım. Yani üstüme düşen her şeyi yapıyordum. “Ama” dedim “Teyzeciğim ben hep yerlere tüküren adamlar görüyorum. Sizin sitenizde bile var. Çok iğrenç bir şey. Onlar bunu yapmamaları gerektiğini bilmiyorlar mı?”  Teyzem “Çok haklısın, gerçekten çirkin bir şey. İşte böyle şeylere dikkat etmeyince insanlar salgınlar oluşuyor” dedi.

Artık izin saatlerimde dışarıya teyzemle birlikte çıkıyorduk. Ceylan’ı hiç görmüyordum. Sanırım onu artık dışarı çıkartmıyorlardı. Sitenin içinde hâlâ yerlere tüküren adamlar görüyordum. Bazen kurye getiren biri maskesiz dolaşıyordu, bazen de çocuklar. Teyzemle birlikte onları uyarıyorduk. Tabii kimseyi üzmeden ve kibarca. Birkaç kişiyi bile daha dikkatli hale getirirsek biz de salgınla savaşan insanlara yardımcı oluruz diye konuştuk. Uyardığımız çoğu insan “Affedersiniz, haklısınız” diyordu. Ama bazen bize ters cevaplar verenler de oldu. Teyzem böyle insanlara çok kızsa da yine sakince konuştu. Dikkatsizlikleri yüzünden çevrede birçok insanı hasta edeceklerini anlattı. “Böylece karantina uzun sürecek ve hepimiz zarar göreceğiz,” dedi. Ayrıca karşılarında konuşan hanımefendi olunca daha kibar davranmaları gerektiğini de hatırlattı.

Annemle babamı o kadar özlemiştim ki bir akşam bize sürpriz yaptılar. Ama eve girmediler ve onlara sarılamadım.  Üstlerinde plastik bir elbiseleri, yüzlerinde maskeleri ve gözlükleri vardı. Sadece apartmanın girişinde koridorda uzaktan konuştuk. İçimden çok ağlamak geldi. Sanki karşımda annemle babam değil de iki uzaylı vardı. Çok garip bir durumdu. Ama yine de kendimi tuttum. Çünkü anneme söz vermiştim. Güçlü olacaktım. Annemle babam fırsat oldukça uğramaya çalışacaklarını söylediler. Yine böyle uzaktan da olsa onları gördüğüm için çok mutlu olmuştum.

Ceylan’la artık görüşemiyordum. Ona küsmedim. Bakıcı ablasına da kızmıyordum. Annesi beni üzmüştü. Gerekli önlemleri alırsa, dikkat edersek bu virüsün bulaşmayacağını bilmiyor muydu? Biz Ceylan’la oynarken, gezerken bir kere bile maskemizi çıkartmamıştık ki. Diğer çocuklar gibi birbirimize maskemizi de vermemiştik. Üstelik dondurmalarımızı yerken aramıza mesafe koymuştuk. Hapşıracak olsak maskemizi çıkartmamıştık. Ellerimizi bol bol sabunlamıştık. Biz bunların hepsini biliyorduk. Ama büyükler bizim kadar biliyor muydu? Yapıyorlar mıydı? Asıl onlara kızması gerekmez miydi? Ben en çok Ceylan’ı düşünüyordum. Hiç dışarı çıkartmıyorlardı. Bazen onların oturduğu binanın önünde duruyordum. Camdan bakıyor bana üzgün üzgün el sallıyordu.

Sanırım bu günlerde en çok sarılmayı özledim. Anneme, teyzeme, anneanneme hatta abime bile. Normalde pek işim olmaz ama onu bile özledim. Ama Benji’ye sarılıyordum. Zaten bana fırsat vermiyordu ki. Ne zaman teyzemle yürüyüşe çıksak o da sahibiyle birlikte bahçede oluyordu ve hemen üstüme atlıyordu. Sitede köpekleri gezdirmek için ayrılan bölüme gidiyorduk. Ben bir tane de minik topu taşıyordum yanımda hızla en uzağa fırlatıyordum. Ama Benji öyle akıllı, öyle hızlı bir köpekti ki iki dakikada yanımda oluyordu. Ve tabii ağzında küçük yeşil topla birlikte. İyi ki bu virüs köpeklere bulaşmıyor diye düşündüm. Yoksa o da maskesiz dolaştığı için hasta olabilirdi.

Mutfak duvarına resim yapmaya devam ediyordum. Aşağılarda resim yapacak yer kalmayınca sabahları herkes uyurken kalkıp, sandalyeyi çekip yukarıları boyuyordum. Dışarı çıkmak artık tamamen yasaktı. Evde gündüzleri ben de abim gibi tabletim ve kulaklığımla takılıyordum. Herkes uykudayken de sabahları erkenden kalkıp resmimi yapıyordum. Harika olmuştu. Tıpkı masallardaki saklı bahçe gibi bir şey. Gerçekten ne komiktim. Kendi gizli bahçemi yapmıştım. Üstelik teyzemin mutfak kapısının arkasına. Ve bu bahçenin en tepesine de Korona mikrobunun hiç sevmediği kocaman sapsarı bir güneş aaltına da Ceylan’la beni çizmiştim, bir de Benji’yi. Ama artık boyalarım bitmişti. Yani bu mikroba karşı cephanem tükenmişti. Onun yenilip gitmesini istiyordum. Yorgun argın tekrar uykuya daldığımda rüyamda annemle babam gelmişti. Yatağımın baş ucuna oturmuş, kısık sesle konuşuyor, beni izliyorlardı. “Anne baba sizi çok özledim” dedim. Onlar da cevap verdi: “Biz de seni güzelim” Yerimden fırladım. Rüya değildi çünkü. Gelmişlerdi. Bana sürpriz yapmışlardı. “Bitti mi? Yendiniz mi?” dedim. Artık evimize dönüyorduk. Annemle babam salgından tamamen kurtulamasak da onu daha iyi tanıdıkları için daha rahat savaştıklarını söyledi. Üstelik salgını yenmek için tüm insanlara koruyucu aşılar da yapılacaktı. “Peki ya maskeleri de çıkartacak mıyız?”  Maskelerimizi biraz daha takacakmışız. Yine aynı şekilde temizliğimize dikkat edecekmişiz. Olsun artık annem ve babam yanımda ya. Onlar güvende ya. Ben de nasıl olsa alıştım. Aynı şekilde yaşamaya devam ederim. Üstelik teyzemi çok sevsem de evimi ve odamı özledim.

Teyzem geldi yanımıza, bana göz kırptı: “Sanırım senin sanat eserinin de katkısı olmuştur” dedi. Ah bu teyzem her şeyi de bilir. Sonra hep birlikte mutfağa gittik kapının arkasına yaptığım resme baktık. Teyzem: “Bu resim hatıra olarak burada kalsın. Ben çok sevdim.” dedi. Son bir şey yapmalıydım. Babam beni kucağına aldı. Hep birlikte harika sanat eserimin yanına gittik. Üstüne kocaman kırmızı harflerle “Korona seni yendik!” yazdım. Çok güldük.

Yazan: Dilek Yılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir