YABANİ , ORMANDAKİ KÖPEKLER

yabani

Küçük kahverengi ve ıslak burnunu toprağa sürerek dolaşıyordu. Artık kaybolduğundan emindi. Çünkü bütün kokular birbirine karışmaya başlamıştı. “Kahrolası şu yeşil ağaçların hepsi birbirine benziyor” diyerek havladı. İz olsun diye bıraktığı idrarı bile işe yaramıyordu. Üstelik güneş batmaya başlamıştı ve ilk kez evinin dışındaydı.  

 Evet ya “ev”. Şimdi sıcacık evde olmalıydı. Işıl’ın ayak ucuna uzanmış o kitabını okurken kendisi de keyifle uyukluyor olacaktı. Ev… Bir düş kadar uzaktı şimdi. Tüm bunları düşünürken birden karnının zil çaldığını fark etti. Öyle ya yemek saati çoktan geçmişti. En son sabah birkaç parça mama yemişti. Sonra da aceleyle evden çıkmışlardı. Acaba tüm bunlar bu rüya mıydı? Bir köpek rüyası. Oysa şimdiye kadar hiç böyle korkunç bir şey görmemişti. “Hayır hayır burası gerçek ve ben geri dönmeliyim” dediği sırada bir arabanın motor sesini duydu. Gittikçe yaklaşıyordu. Deli gibi yola fırladı. Sürücü mutlaka onu görmüş olmalıydı, çarptı ve durmadı. Pamuk buz gibi asfaltın üstünde öylece kaldı. Çok canı yanıyordu “Belki de öldüm” diye düşündü. Daha önce hiç araba çarpmamıştı ki nereden bilsin? Şimdi yardımına yetişecek sahibi de yoktu. Tek başınaydı. Kalkmaya çalıştı. Ölmemişti ama sağ ön bacağını yere basamıyordu. Topallayarak ve titreyerek ormana geri döndü. Bir ağacın dibinde bacağını yalaya yalaya uykuya daldı.  

 Hırlama sesleriyle uyandığında çevresini neredeyse bir düzine köpek sarmıştı. Daha önce hiç görmediği köpeklerdi bunlar. Öyle çirkin öyle bakımsızdılar ki. Hiçbiri kendisine benzemiyordu. O bir Terrier’di. Çok güzel beyaz sarı tüyleri olan özel cins bir köpek. Işıl her sabah onu özel tarağıyla tarar ve haftada bir de özel şampuanı ile yıkardı. Çevredeki arkadaşları da tıpkı kendisi gibiydi. Oysa bu orman köpekleri hiç yıkanmamışa benziyorlardı. Pek de dost canlısı görünmüyorlardı. Ne yapsın o da çareyi var gücüyle hırlamakta buldu. Ayağa kalkmaya çalıştı. Ama bir türlü dik duramıyordu. Orman köpekleri sessiz kalır mı? Onlar da hırladılar ve hepsi de ondan daha güçlü görünüyorlardı. Sonra ormandaki ağaçları bile titreten sert bir havlama sesi yankılandı. Hepsi birden sustular. Etrafta çıt çıkmıyordu. Sesin sahibi köpek geçsin diye yolu açtılar. Gelen neredeyse bir adam boyunda iri bir Akbaş’tı. Bu köpeklerden daha önce bahsedildiğini duymuştu ama hiç görmemişti. Beyaz olduklarını biliyordu oysa bu duman rengindeydi, bir gözünün yerinde derin bir boşluk vardı. Üstüne doğru adım attıkça yerin sarsıldığını düşündü. Tam önünde geldi, durdu.  

“Söyle bakalım süs köpeği senin burada ne işin var?”  

O süs köpeği değildi. Sadece bir ev köpeğiydi. Başına gelenleri anlattığında ortalığı bir kahkaha tufanı kapladı. Hiçbiri sahibinin onu aradığına inanmamıştı. Onunla dalga geçtiler. Akbaş yine gür havlamasıyla hepsini susturdu. Pamuk’un yanındaki ağaca işedi. Dönüp arkasını gitmeden önce:  

“Salak köpekleri hiç sevmem. Hemen buradan uzaklaşmanı tavsiye ederim. Bir daha gözüme görünürsen gözünün yaşına bakmam, haberin olsun” dedi. Diğerleri de onun peşinden gittiler. Pamuk sadece bacaklarının değil vücudundaki tüm kemiklerin titrediğini hissediyordu. Bir kez daha tüm bunların korkunç bir rüya olmasını diledi.  

“Rüya değil…” dedi biri. Demek aklından geçenleri sesli söylemişti. Konuşanın kim olduğunu anlamak için etrafına baktığında onu gördü. Işıl’la deniz kenarında koşuya çıktıklarında hep gördüğü köpeklere benziyordu. Onlarla şimdiye kadar hiç ilgilenmemişti. Hem neden ilgilensin ki? Annesi babası belli olmayan karışık şeylerdi. Her insana yanaşan, yemek dilenen köpeklerdi onlar.  

“… ama korkma. Yani bizden ve Akbaş’tan. Asıl korkman gerekenler başkaları çünkü.”  

Ne demek istiyordu ki? Kafasını şaşkın şaşkın sağa sola çevirip köpeğe baktı:  

“İnsanları kastediyorum aptal. Bak seni de bırakıp gitmişler.” 

“Beni kimse bırakmadı. Oyun oynuyorduk, biraz fazla uzaklaştım şimdi beni arıyorlardır. Bulacaklar.” 

“Sen gerçekten aptal bir süs köpeğisin anlaşılan”  

“Beni kızdırma bak sonra fena olur!” 

“Ne yaparsın? Sen daha önce hiç sokak köpeğiyle kavga ettin mi?”  

Yok etmemişti. Kavga etmeyi sevmezdi. Oyun oynamak için yuvarlanmak dışında tabi. Zaten Işıl onu bebekliğinden beri hep koruyarak büyütmüştü. 

“Ben bu hikâyeyi çok dinledim oğlum. Her hafta bu koca ormanın bir köşesine yeni bir köpek bırakırlar. Çoğu da senin gibi böyle süslü püslü, güzel kokuludur. Çoğu geri dönmeye çalışır. Ne olur biliyor musun? Sen biraz tatmışsın işte… Bir arabanın altında kalırlar. İnsanlar onları ezer sonra da dönüp arkalarına bile bakmazlar”  

 Pamuk bu çulsuzun söylediklerine inanmak istemese de içine kurt düşmüştü bir kere. O adama güvenmekle hata ettiğini biliyordu. Peki Işıl? Evet o gerçek sahibesiydi ve o adama güvenmesini söylemişti. Çünkü sevgiliydiler. Artık evde iki erkek vardı. Biri kendisi biri de Işıl’ın sevgilisi. Evet bahçede onunla oyun oynuyordu en azından top atıyordu ama hiç hoşlanmıyordu. “Bunda biraz benim de kabahatim olabilir” diye düşündü. İlk geldiği gün baldırından lezzetli bir ısırık almıştı. Sonrasında da Işıl’ın yatağını onunla paylaşmamak için direnmişti. Zaman geçtikçe adam eve iyice yerleşmişti. Sabah alışverişe giderken gel seni de götüreyim dediğinde nasıl da aptal bir köpek gibi davranmıştı. Sonra buraya getirmiş hadi biraz oynayalım demişti. Yine inanmıştı. Üçüncü kez attığı odun parçası ağzında geri geldiğinde arabadan iz yoktu. Koştukça kokusunu da kaybetmişti. İşin kötüsü eve dair hiçbir koku kalmamıştı etrafta. Sadece nemli, ıslak ağaç ve ot kokusu. Saf bir köpek olabilirdi ama aptal değildi. O adam bunu kendisinden kurtulmak için yapmıştı. 

Sokak köpeği olduğu yerde üstüne yapışan pireleri savmak için biraz kaşındı sonra da kalktı. Pamuk’a aldırış etmeden diğerlerinin gittiği yöne doğru miskin miskin yürümeye başladı.  

“Gelmiyor musun?”  

“Ama o bana dedi ki…” 

“Korkma ben sana yardımcı olurum. Burada bir başına kalmak istiyorsan o ayrı tabii. Belki yine yola çıkmayı denersin ha?” 

Pamuk kime güveneceğini bilemiyordu. Akbaş’tan ciddi görünüyordu. Hele o tek gözü.  Nasıl bir kavgada kaybetmiş olabilirdi ki? Ya üstündeki pençe izleri? Derisi delik deşikti. Hiç de blöf yapıyor gibi durmuyordu. Belki de bu sokak köpeği özellikle onu peşinden sürükleyip o vahşinin yanına götürüyordu. O vahşi canavarın yeni avı mı olacaktı? Bu arada hava da iyice kararmıştı. Artık ormanın içinde farklı sesler duyuluyordu. Garip kuşların seslerine kurtların ulumaları eşlik ediyordu. “Bu adam beni nereye getirip bıraktı böyle?” dedi. Belki de gerçekten insanlara güvendiği için tam bir aptaldı. Acaba Işıl’ın da haberi var mıydı? Sevgilisiyle yeni bir hayat kurmak için kendisinden vaz mı geçmiş olabilir miydi? Yoksa ikisi birlikte mi planlamışlardı onu ormana bırakma işini..  

 Sokak köpeği iyice uzaklaşmaya başlamıştı. Pamuk ağrıyan sağ bacağının üstünde sekerek yürürken arkasından seslendi:  

“Dur bekle, adın neydi senin? Geliyorum…”  

“Arkadaşlarım bana Sam der. Seninle daha arkadaş olmadığımıza göre sen bana Efendim diyeceksin!” 

Pamuk itiraz etmedi. Zaten ne diyebilirdi ki? Birlikte ormanın karanlığına doğru yol aldılar.  

Yazan : Dilek Yılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir