BAŞKALARININ TANRISI

başkalarının tanrısı

Mine Söğüt’ün son romanını “soru soran roman” olarak nitelendirmek istiyorum. Eser dağıtıma Nisan ayında çıkmış. Yazar geçtiğimiz hafta Sarıyer Edebiyat Günleri’ne konuk oldu. Ben de Başkalarının Tanrısı’nı imzalatma fırsatı buldum. Mine Söğüt katıldığı programda çok güzel bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşi sırasında fark ettim ki Mine Söğüt gerçekten dinleyen biri. Merak ediyor, soru soruyor ve sabırla dinliyor. Dinlemek bence medeniyetin temeli. Derdini anlatmak için önce karşındakinin ne demek istediğini anlamak gerek. Söyleşinin başını kaçırmış olsam da geldiğim kısmında, buluşmaya gelirken toplu taşımada yaptığı yolculuktan bahsetti. Seçtiği konu “Kadınlar Ne İsterdi?” Metro treninin içinde karşılaştığı, kendini de dahil ederek, çeşitli kültürden kadınlar ve onların farklılıklarıyla, benzerlikleriyle ilgili kafasına takılanları anlattı ve sürekli soru sorduğunu söyledi. İşte Başkalarının Tanrısı’nı okuyunca fark ettim, soru sormaya devam ediyor ve bunu ustalıkla karakterleri aracılığıyla yapıyor. Asla yazarın kendi sesini duymuyorsunuz. Aslında burada önemli olan yazarın kendisine sorduğu sorunun yanıtı ortak akılla, okuyucusuyla birlikte aramaya yeltenmesi.

Başkalarının Tanrısı bir avazda okunacak romanlardan. Konusu ağır, rahatsız edici. Yüreği iki elin arasına alıp sıkıştırırcasına, düşünmeye kalktığında beynin dalgalarını bozarcasına rahatsız edici. Öte yandan da oldukça sıradan, yaşadığımız dünyadan, içinde bulunduğumuz çıkmazdan. Karakterleri tanıdık. Metropollerde her gün önümüze çıkan, başımızı çevirip yanlarından geçip gittiğimiz, nedenini nasılsını fazla düşünmediğimiz yaşamlara mahkum olmuş insanlar. Aslında toplumsal hayatın bize dayattığını biraz uzaklaşıp her iki bakış açısıyla izleme fırsatını da sunuyor. Onlar sokakta yaşamaya mahkumken beyaz yakalılardan düzene mahkumlar gibi.

Roman içindeki tespitler çok güçlü. “Sen, kendini ne kadar anladıysan, başkalarını da o kadar anlarsın. Kendi aklının sınırlarını aşamazsın. Kim olduğunu anlamak istediğin her insanda, kendinde ne kadarını anladıysan o kadarını anlarsın. Yok, illa başkalarını anlayacağım diyorsan, önce kendini unutacaksın. Kendini!” syf.86

Metaforlar kullanımları etkileyici. “Bir çocuğu bir şehre sevdirmek, bir şehri bir çocuğa sevdirmekten neden daha zor?” syf.43

Karakterlerin ete kemiğe bürünmelerini sağlayan isim tercihleri inanılmaz. Bacaklarını dizlerinden kendi elleriyle kesen bilge kişilik Efsun gibi. Romanın baş kahramanı kafası karışık Musa gibi. Sırf bu özelliğiyle bile öykünün içine girdikçe alt katmanlarına ulaşabilmenizi sağlıyor. Musa’nın aşkla arayışını ve kadim dinlerin doğuşunu düşünüyorsunuz mesela.

Romanın kısaca konusuna gelince; Musa beyaz yakalı olarak nitelendireceğimiz bir insan. Düzenli gelire sahip, evli, bir çocuğu var. Ancak bir gün her şeyi bırakıyor, kimliğini bile. Sadece üstündeki kıyafetlerle sokaklara salıyor ruhunu. Metronun girişinde tekerlekli sandalyesinde dizlerinden kopuk bacaklarıyla dilenen pecmürde bir kadınla karşılaşıyor ve ona “Şehir gibi bakıyorsun bana” diyor. “Beni tehdit mi ediyorsun, çok mu seviyorsun, anlaşılmıyor.” Bu kadına aşık oluyor. Onu çok sevebileceğinden emin, onunla birlikte olmak istiyor. Kadın ondan çok yaşlı olsa da aldırmıyor. Onunla sokaklarda yeni bir hayatın peşine düşüyor. Sonra hayatlarına çöpe atılmış bir çocuk, Matruşka, başına ne geldiğini hatırlamayan bir adam Adnan ve uyuşturucu almak için bedenini satan Hülya giriyor.

Yılın en iyi işlerinden biri olduğunu düşündüğüm bu romanı okumanızı, daha çok soru sormanızı ve düşünmenizi tavsiye ederim. Hatta hep birlikte düşünelim.

Not: Ben bu kapakları da çok beğendim. İçeride ne okuyacağınıza dair güçlü bir gönderme yapıyor. Kapak resmi Bahadır Baruter’e ait.

KÜNYE:

KİTABIN ADI: BAŞKALARININ TANRISI

YAZARI: MİNE SÖĞÜT

YAYINEVİ: CAN YAYINLARI

BASIM TARİHİ: NİSAN 2022

SAYFA SAYISI:157

TÜR: ROMAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir