İŞİN ASLI, JUDİT VE SONRASI

İŞİN ASLI JUDİT VE SONRASI

Bu romanın paylaşımını o kadar çok görmüştüm ki, gerçekten merak ediyordum. Bir dönem neredeyse takip ettiğim her sosyal medya hesabında karşıma çıkıyordu. Belki de algıda seçicilik devreye giriyordu. Bu yıl Dilek Kitaplığı Kitap Kulübü okuma listesine aldık. Toplulukla birlikte okumak ve üzerine konuşmak keyifliydi. Ben yazarın, bana göre oldukça entelektüel donanımını, gözlem gücünü beğensem de eleştirdiğim noktaları da oldu. Eleştirimi okumak isterseniz buyrun lütfen devamı aşağıda…

Öncelikle yazar Sandor Marai’den başlayalım isterseniz. Sandor Marai 1900 doğumlu. Bu romanda da anlattığı gibi iki dünya savaşını da yaşamış biri. Dönemin Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nda bugünkü Slovakya’da doğmuş. Gazetecilik yapmış, Kafka hakkında yazan ilk eleştirmenlerden biri olmuş. Önce faşist rejimle, sonra da kominist rejimle uzlaşamadığı için Macaristan’ı terk etmiş ve ABD’ye yerleşmiş. Karısının ölümünü kaldıramamış ve 1989’da intihar etmiş. Kendi dilinde, Macarca, elliden fazla eser üretmiş. Çoğu Avrupa dillerine çevrilmiş.

İşin Aslı Judith ve Sonrası yaşanan bir olayın, olayın tarafı olan üç kişinin bakış açısından anlatılmasına dayanıyor. İlk anlatıcı İlonka. Burjuva bir ailenin tek çocuğu olan Peter’in uygun bir eş seçimi mantığıyla karısı olan İlanka yine bir burjuva aileden geliyor ancak Peter’in ailesi kadar varlıklı değil. Kocasına büyük bir aşkla bağlı. Hikâyesini bir kafede karşısındaki kişiye anlatıyor. Kafede arkadaşıyla oturup evliliği hakkında konuşurken karşısına eski kocası Peter çıkıyor ve İlonka tüm yaşadıklarını hikâyeleştirerek karşısındaki kişiye anlatıyor. İlonka yoğun bir sevgiyle kocasına bağlıyken Peter’den karşılık alamadığı gibi fazla sevginin boğuculuğu konusunda eleştiriliyor. Evliliklerini sürdürmek için doğurduğu erkek çocuğuna bağlanıyor ancak onu da kaybedince ilişkileri iyice çıkmaza giriyor. Bu bölümde ikilinin hayatlarında Peter’in annesi ve Peter’in en yakın arkadaşı yazar Lazar da var. Bir okuyucu olarak ilk bölümü okurken ben çeşitli şüphelerle okudum. Bunlardan biri Lazar ile Peter’in bir ilişki yaşadıkları oldu. Çünkü ikisini yakınlıkları ve şüpheli davranışları bana bunu düşündürdü. Bunun yansıra İlonka’nın karşışında biri varmış gibi anlatması ama karşısındaki kişinin hiçbir şekilde diyaloğa girmemesi, ki metin diğer bölümlerde de monolog olarak akıyor, İlonka’nın tutarsız bir zihne sahip olup olmadığı, anlattıklarının akıl hastası olan bir zihninin ürünü olup olamayacağını düşündürttü. Tüm bunlar zihnimde dolaşırken yazar öyle tespitler yapmış, karakterine öyle cümleler kurturtmuştu ki altını kurşun kalemimle çizmeden duramadım.

Benim günahım neydi? Yeryüzünde benden daha günahsız bir varlık olmadığını hissediyordum. Artık içimde bu his yok. Günah sadece din dersi kitaplarında öyle olduğu söylenen şey değildir. Günah sadece yaptığımız şey değildir. Günah aynı zamanda, yapmak istediğimiz ama yapacak gücü bulamadığımız şeydir. syf.33

İkinci bölümde bu kez söz sırası Peter’deydi. Aynı yaşanmışlığı kendi bakış açısından anlattı. Yine bir kafe – pub tarzı bir yerde karşısındaki kişiye bu kez karşısına çıkan ikinci eşini gördükten sonra olan biteni anlatmaya başlıyor. İkinci eşinin yanında bir adam var. Kadının ikinci kocası. Peter onlara bakarak ilk evliliğini, ailesini, bir burjuva olmanın dayanılmaz sıkıntılarını, daha iki yaşına bile gelmeden kaybettiği oğlunu, aşk sandığı şeyi, sevgisizliğini anlatıyor.

Aramızda kalsın: Annem benim için bu tehlikeyi istiyordu. Hem de beni daha büyük bir tehlikeden korumak için. Hangi tehlikeden biliyor musun? Hiçbir fikrin yok mu? Yalnızlıktan; kendi hayatının, babamla ikisinin hayatının, onların sınıfının bütün o şanlı, başarılı, ritüellerle dolu hayatının içinde geçtiği ürkütücü yalnızlıktan. Diğer her şeyden daha ürkütücü, daha dehşet verici olan bir süreç vardır; yalnızlaşma süreci. Hayatın mekanikleşmesi. Katı ev düzeni, ondan da katı iş düzeni, ondan daha da katı cemiyet düzeni ve ayrıcı hazların, eğilimlerin, cinsel faaliyetlerin düzeni. İnsan hangi saatte giyineceğini, kahvaltı edeceğini, dinleneceğini, kendi geliştireceğini önceden bilir. İdeal düzen. Ve insanı çevreleyen hayat bu büyük düzen içinde yavaş yavaş donar; sanki çiçekler açan uzak diyarlara yapılan bir keşif gezisinde birden dünyayı ve denizi buz kaplamıştır da bütün planlar ve hedefler iptal olmuş, geriye sadece soğuk ve don kalmıştır. syf.138

Üçüncü ve son bölümde bu kez Judit anlatmaya başlar. Bu kez mekan değişmiştir. Bir otel odasında seks sonrası yatakta geçmektedir. Karşısındaki genç davulcu sevgilisine, elindeki fotoğrafa bakarak, anlatır aynı olayı. Fakir bir aileden gelen, zorluk, yokluk içindeki büyürken on altı yaşında Peter’lerin evine hizmetçi olarak giren ve bir süre sonra, tabir yerindeyse tırnaklarıyla kazarak, Peter’in karısı olmayı başaran Judit olayları kendi bakış açısıyla anlatır. Bu bölümün en etkileyici tanıklığı İkinci Dünya Savaşı’nın yaşattıklarıdır.

Birisi, parçalanmış duvardaki yan odaya açılan delikten içeri sürünerek girdi; elindeki kutunun içinde gümüş çatal bıçaklar vardı. Beni hiç çekinmeden, sanki ziyarete gelmiş gibi bir nezaketle selamladı. Yan oda, yüksek mahkeme yargıcının yemek odasıydı; sevgili misarifim oradan gelmişti. Sima olarak tanıdığım bir memurdu, o da Kirisztina semtinde oturuyordu, namuslu bir burjuvaydı. “Kitaplar” dedi hayıflanarak, “Kitaplara yazık oldu.” Birlikte zemin kata indik, kutuyu taşımasına yardım ettim. Çene çalarken bir yandan da ellerimizin ayaklarımızın üstünde kayarak moloz yığının tepesinden indik. Memur bana büyük bir nezaketle yol verdi, ara sıra dirseğimden tutarak zor yerlerden geçmeme yardım etti. Kapıda vedalaştık. Semtin eski sakini, kolunun altında gümüş çatal bıçaklarla memnun bir şekilde orada ayrıldı. syf.254

Her bölüm için hakim olan kavramı kendimce belirledim: Birinci bölümde AŞK, ikinci bölümde YALNIZLIK, üçüncü bölümde ise KISKANÇLIK ve HIRS bana göre karakterlere hakimdi.

Okuduğum kitabını türünü belirlemekte zorladığımı söylemeliyim. Bir roman diyemiyorum. Roman kurgusundan çok psikolojik ve felsefi tespitlerle benzenmiş bir metin okuduğumu düşündüm.

Bir roman kurgusu için yapılan çalışmaların ilk kuralı karakterleri çalışmaktır. Bir roman yazarı karakterlerini yaşatır kılmak için tüm hal, hareket ve duygu durumlarını çalışır. Metni okuduğumda yazarın bu karakter analizini okuyormuşum hissine kapıldım. Bununla birlikte Judit karakterinin yer aldığı üçüncü bölümü okuduğumda karakterin ağzından dökülen cümlelerinin Judit’e ait olamayacak kadar entelektüel bir ağızdan döküldüğünü düşündüm. Bu noktada yazar metne karışmıştı.

Ve son olarak iki kadın, bir erkek karakterin monologlarının yer aldığı metinde kadın karakterleri yazarın maskülen bir bakış açısıyla işlediği hissi bana geçti.

Eleştirinin sadece evet çok beğendim harikaydı, demenin ötesine geçmesini gerektiğini düşünerek ve sadece bir okur olarak kendi görüşlerimi taşıdığımın altını çizerek buraya not düşüyorum. Peki bu yazar ve bu kitap okunmalı mı? Evet bence okunmalı. Özellikle Macar edebiyatının en önemli yazarlarından biriyle tanışmış, dönemin politik, ekonomik durumuna dair bilgi sahibi olmuş ayrıca bir olayın içinde bulunan her birey tarafından nasıl farklı algılandığına, yaşandığına ve yorumlandığına dair fikir sahibi olmuş olacaksınız.

KÜNYE:

KİTABIN ADI: İŞİN ASLI JUDİTH VE SONRASI

YAZARI: SANDOR MARAI

ÇEVİRİ: ESEN TEZEL

YAYINEVİ: YKY

SAYFA SAYISI: 306

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir