YOLCULUK – bir hikaye

yolculuk hikaye

Kalabalığın içinde sürükleniyorum. Özleyeceğim buraları. Bir ressam gibi tablolaştırıp zihnimin sergi salonuna kaldırabilsem her şeyi. Sıkışan trafikte yapacak pek fazla bir şey yok, otobüsten inip Dolmabahçe’nin önünden Kabataş’a tramvaya yürüyorum. Garip bir akşam. Kış geliyor.  Güneş bir var bir yok haliyle kandırıyor ya bu da yeter, azıcık da olsa ruhum ısınıyor. İçimde beni titreten bir hüzün taşıyorum. Üstelik bir de gitmek zorunda olduğum yere benimle gelmek istemeyen bir isyan. Aslında bu zamana ait değil, taaa geçmişten gelen bir direniş bu. Ama hiçbir zaman gerçekleşememiş bir çığlık olmuş boğazımda düğümlenmiş.

Turnikeler tıklım tıklım. İş çıkış saati. Sanki böyle boş boş oyanlanmama kızıyor insanlar, sağdan soldan omuzlarıma vurup geçiyorlar. Oysa bu şehirde hatta bu ülkede son akşamım olduğunu bilseler belki hak verirler bana. Tramvaya binmek, iskeleye gitmek arasında kalıyorum. İlk kez içimdeki sesi dinliyorum. Çantamdan telefonumu çıkartıp, kapatıyorum. Böylece dünyayla tüm bağımı bir anda kesiyorum. Bu hareketimle bir direniş başlatıyorum. Kime ya da neye karşı peki? Kendime mi, dünyaya mı? Işığın yanmasını bekliyorum. Öyle uzun geliyor ki bu bekleyiş, bir ömür sürmüş gibi. Daha kırmızıdan yeşile geçerken yola adım atıyorum. Dosdoğru denize doğru yürüyorum. Adalar iskelesinin yanındaki sonradan yapılan küçük motor iskelesinin önünde duruyorum. Nereye gideceğim? Kadıköy, Üsküdar, Adalar… Evet ya!  Bu bir son yolcuksa eğer gidilecek tek yer var benim için Burgazada.

Varlığı da yokluğu da bir olan güneş ardında kızıllık bırakarak kaybolmaya başlamışken ben çantamın iç cebine sakladığım sigarayı çıkartıyorum. Yasakları alenen meydan okumanın rahatlığıyla yakıyorum sigaramı derin derin içime çekiyorum dumanı. Bir sigara normal içimle on dakikada bitermiş. Kim demişti bilmiyorum ama zamanla bir derdi olduğu kesin. Merakımdan saate bakıyorum.  Biraz da heyecandan… Motora çok mu var?

Turnikeye kartımı basıp, küçük bekleme salonuna geçiyorum. Burası denizin üstüne kurulmuş ahşaptan bir sediri andırıyor. Şimdiden kendimi adada hissediyorum. İçerde benden başka uyuklayan ihtiyar bir adam, elindeki telefona gömülmüş bir kadın, hemen yanımdaki bankta da mırlayan bir kediden başka kimse yok. Buradaki bankları ters dizdiklerini düşünüyorum. Oturunca denize sırtınızı dönüyorsunuz. Garip. Oysa buradaki herkes denize bakmalı.

Çantamdan karalama defterimi çıkarıyorum. Son sayfalarındayım. Tarih atıp şu an ne yaptığımı yazıyorum. Çevremdekileri, ruh halimi, yanımda yatan kediyi her şeyi tüm detaylarıyla yazıyorum. Defteri çantama koymadan önce dün sabah yazdıklarımı okuyorum: “Bugün son, yarın akşam yola çıkıyoruz.”  Yola planlanandan erken çıktığım kesin de gittiğim yer doğru mu? Herkesin nasıl da endişeleneceğini düşünüyorum bir an. Sonrasında da hemen aklımdan silip atıyorum. Bir ömür boyunca hep ben dertlendim, biraz da onlar düşünsün.

Akşamın karanlığı çökmeden önce küçücük bekleme salonunda güneşin kızıl vedasının izleri dans ediyor. Ve yolculuk saati yaklaştıkça salon yavaş yavaş doluyor. Kimseyle göz göze gelecek gücüm yok. Halatına tutunmaya çalışan bir kazazede gibi yanımdan hiç ayırmadığım öykülerine sarılıyorum. Onunla buluşmadan önce okumak iyi gelecek. Artık ezbere bildiğim öyküleri tekrar okuyorum. Bir ara bu dünyadan iyice soyutlanmak için gözlerimi kapatıyorum. Zihnimde onun cümleleri dans ediyor.

Nihayet vapurdayım. Boynuma atkımı iyice sarınıp vapurun yan tarafına geçiyorum. Bu soğukta kimsecikler yok, hayal ettiğim gibi yapayalnızım. Martılar da yok ortalıkta. Oysa ne çok severler birlikte yolculuk etmeyi. Çantamdaki simit aklıma geliyor. Sabah işe giderken sırf üşüyen küçük simitçiyi mutlu ederim, evine erken döner diye iki tane almıştım. Küçük parçalar koparıp boşluğa fırlatıyorum. Martılar yemezse denizdeki balıklar yer. Hemen geliyor martılar. Birbirleriyle yarışarak, bağrışarak attığım minik simit parçalarını havada kapıyorlar. Artık verecek bir şeyim kalmadığındaysa kaybolup gidiyorlar. Ben de böyle sessizce kaybolup gidebilsem… Kimseye hesap vermeden…

İskelede her zamanki gibi beni o karşılıyor. Havada iyiden iyiye kararmaya başlamış. Adayı tanıyorum. Yılın bu mevsimde pek kimse olmaz. Sahildeki küçük lokantada karnımı doyuruyorum. Az evvel motorda ellerimle beslediğim balıkların kardeşlerini yiyecek halim yok ya, kuru fasulye pilavla doyuruyorum karnımı. Üstüne çay içip bir de sigara tüttürüyorum. Sonra da dosdoğru evine doğru yürüyorum. Kapalı elbet. Bu saatte açık olur mu? Sabahı beklemek gerek. Olsun beklerim. Adanın havasıyla dolduruyorum ciğerlerimi. Bir başıma olmanın huzuruyla. Başına buyruk olmanın neşesiyle. Tek tük gördüğüm insanlara selam verip, sanki buralıymışım gibi, sahilde bir iki tur atıyorum. Sonra öğretmen evine çıkıyorum. Her zaman kaldığım odaya yerleşiyorum. Uyku girmiyor gözüme. Keşke diyorum birkaç öykü kitabı daha alsaydım yanıma. Ama nereden bilirdim ki?

Hiç uyumam derken sabaha karşı uyuya kalmışım. Adada güneş bir başka doğuyor. Odamın perdeleri açık. Hava aydınlanırken uyanıyorum. Nerede olduğumu anlamıyorum önce. Sonra elim telaşla telefonuma gidiyor. Hala kapalı. Açsam mı? Ne kadar merak etmişlerdir. İçimde isyan yok! Kim seni dinledi ki bugüne kadar. Öyle ya. Kim dinledi ki? Hep başkalarının hayallerinin parçası oldum. Çok istememe rağmen anne bile olamadım. Kariyer diye diye bu yaşıma geldim. Dün ne dedi doktor? Eğer zamanında yumurtalarımı dondursaymışım belki tüp bebek denenebilirmiş. Zaten anne olmak bir tek benim hayalimdi. Kocamın hayaliyse iyi bir kariyerle Amerika’da yaşamaktı. O hayallerine kavuştu bense… Kimi suçluyorum ki? Çok önceden hayır diyebilmeliydim. Her seferinde kendimi kandıran bahaneler ürettim. Ben sevdiklerine kafa tutup, onları kaybetmeyi göze alacak kadar güçlü biri hiç olamadım. O halde şimdi telefon biraz daha kapalı kalabilir. En azından bunu yapabilirim kendim için.

Neyse ki her şey hatırladığım gibi. Sabah güneşiyle yıkanıyor Burgazada. Kışa giriyor olmamıza rağmen baharı yaşıyor hâlâ. Sığırcıklar dans ederek şarkılarını söylüyor. Kediler miskin miskin dünyayı umursamadan uyuyorlar. Martılar bile burada bir başka… Sanki daha uysal, daha dinginler.  Hele zaman! Burada bir başka akıyor. Belki de bir vakitte durmuştur.

Kahvaltımı alelacele yapıyorum. Bir bardak çay üstüne de bir sigara yeterli. Yolu tersten uzatarak ağaçların arasındaki patikadan geçerek tekrar evinin önüne geliyorum. Burası çok uzun zamandır müze. İçeri girmeden bahçesinde oturuyorum. Onun gezdiği dolaştığı yerleri düşünüyorum. O yaşarken böyle değildi buralar tahmin etmesi güç değil. Masa sandalyeler yoktu, biliyorum. Ama palmiye ağacı vardı tabii. Şuradaki çeşme de duruyordu sanırım. O kadar yolu geldim ama az sonra içeri girecek olmak beni heyecanlandırıyor. Uyuduğu oda, denizi izleyip düşündüğü koltuk, öykülerini yazdığı masa ve oralarda bir yerlerde gezinen anılar. Çantamdan kitabı çıkıyorum içinden “Stelyanos Hrisopulos Gemisi”ni okuyorum. Her okuduğumda olduğu gibi yine gözlerim yaşarıyor. Zaten bu aralar ağlamak istiyorum. Elimi karnıma koyuyorum. Bu kitapta yok ama “Plajdaki Ayna” öyküsünü hatırlıyorum şimdide. Etrafta kimsecikler yok. Hıçkırıklarımı serbest bırakıyorum. Olmayana ve hiçbir zaman olamayacak olana ağlıyorum.

Dönme vakti geliyor. İskeleye yürüyorum. Her şeyin bir sonu var ya acaba hayatımın sonu nasıl olacak? Gün akşama kavuşurken kızıl aydınlık yine beliriveriyor. Artık eskilerde kalmış yandan çarklı bir ada vapuru görüyorum ağır ağır iskeleye yanaşıyor beni ait olduğum yere geri götürecek. Deniz birden hırçınlaşıyor. Dalgalar beni çağırıyor. Bir adım sadece bir adım atsam ve kendimi bırakıversim sulara…

“Hanımefendi…”

“Hııı?!”

“Kitabınız…”

“Aaa evet, benim”

“Hangi motoru bekliyorsunuz?”

“Burgazada”

“Hay allah az önce kalktı.”

İskelenin önünden taksiye biniyorum. Hava iyice kararmış. Çantamdan cep telefonumu çıkarıyorum. Şifresini girip açıyorum. Deli gibi mesaj sesleri duyuluyor. Saatime bakıyorum. Sadece yarım saat geçmiş. Nereye gideceğimizi soran şoföre direnecek gücü kalmamış birinin yitik sesiyle yanıt veriyorum:

“Havaalanına lütfen.”

Yazan: Dilek Yılmaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir